Ulusal Yas Döneminde bir Göçmenin İçdöküşü

Selin Bostancı
4 min readFeb 11

Selamlar can dostlarım biricik arkadaşlarım,

Uzun zamandır bu platform üzerinden buluşmamıştık. Bugünlerde içimden geçenleri en iyi yazarak dökebileceğimi ve hislerimi, duygularımı, deneyimlerimi, bu yolda yaşadıklarımı, nasıl hissettiğimi insanlarla paylaştıkça rahatladığımı hatırladım.

4 gün önce, Türkiye’nin Suriye ile sınır bölgesinde çok ama çok büyük bir deprem, bir felaket oldu. Köyler çöktü, onbinlerce insan göçük altında kaldı, kimisi saatlerce kurtarılmayı bekledi, kimisi sanki sıcak yatağından kaldırılıyormuş, rüyadan uyandırılıyormuş gibi “noluyor ya” diye şaşkın gözlerle baktı bize. İçeride olanla dışarıda olan arasında farklı iki dünya vardı sanki. İçeride ise kocaman bir bilinmez…

Bir günde, bir gecede hayatımızın artık asla eskisi gibi olamayacağı gerçeğiyle yüzleştik. Ölümün bize bir an kadar yakın olduğunu, ölüm geldiğinde insanların öyle ya da böyle yaşamaya devam ettiğini, geride kalanlar için birleştiğini gösterdi. Birliğin ve beraberliğin gücünün kalp ısıtan, gözleri dolduran hislerin de yanında, ölümün buz gibi, gri, tozlarla kaplı soğukluğunu tüm çıplaklığıyla bize gösterdi.

Ben, bizse bunları; televizyonun, telefonunun ya da bilgisayarının ekranından kontrol edilmez bir şekilde bize ulaşmasıyla deneyimledik. Bir kurtarma videosunun ardından sevinç yaşarken hemen ardından yerde donmuş, üzeri bile doğru düzgün örtülememiş ölümün buz gibi gerçekliğine atladık. Hangi duyguyu yaşadığımızı anlamlandıracak bile bir zaman bulamadan, bambaşka bir duygunun kollarına düşüyorduk. Bu duyguların altından nasıl kalkacaktık? Telefonu, televizyonu, haberleri takip etmeyi bıraktığımız o an ne yapacaktık? Zihnimizin içindekiler kolay kolay çıkacak ve birşeylere dönüşebilecek gibi değildi ki. Duygular buz gibi oldu, dondu. Çünkü bir açılsa büyük feryatlar kopacak kadar acı duyarken, bomboş olmuş, ne hissettiğini bilmez bir halde, boş bakışlarla duvara doğru bakarken yakaladık kendimizi. Ne düşünecektik ki? Halimize mi şükredecektik? Dışarıda insanlar soğuktan ´donuyorken haline şükretmeye bile utanmıyor muydu insan? Mutlu olmaya, sıcak yuvasında, evinde, ailesiyle, sıcak yemeğin kursağından geçmesine utanmıyormuydu? Ne yapacaktı? Önce kendini videoları sonuna kadar izlerken buldu, böylelikle en azından acısını sindirmiyor, iyi hissetmiyor, iyi hissettiği için kötü hissetmiyordu. Orada insanlar son kalan şarjları ile hayatlarının son çağrılarını yapmaya çalışırken, telefonunun şarjının olmasının acısını çıkarttı kendinden. Böyle böyle bir…